- Yazan, Kayvan Hosseini
- Unvan, BBC Farsça
- 28 Ağustos 2024
Güncelleme 6 saat önce
İsrail’in Beyrut’taki saldırısında öldürülen Hasan Nasrallah, Şubat 1992’den bu yana Lübnan’daki Şii Hizbullah grubunun liderliğini yapan bir din adamıydı. Bu grup şu anda Lübnan Ulusal Ordusu ile birlikte kendi silahlı kuvvetlerine sahip ve Lübnan’ın en önemli siyasi partilerinden biri olarak kabul ediliyor.
Hem Lübnan’da hem de diğer Arap ülkelerinde popüler olan Hasan Nasrallah, Hizbullah’ın yüzü olarak kabul ediliyordu ve bu grubun siyasi arenaya girmesi ve Lübnan hükümet yapısında güç kazanması için tarihi bir dönemeçte kilit rol oynadı.
Nasrallah, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney ile özel bir ilişkiye sahipti. Hizbullah ABD tarafından terör örgütleri listesine alınmasına rağmen iki lider aralarındaki yakın ilişkiyi hiçbir zaman gizlemediler.
Hasan Nasrallah’ın düşmanları olduğu gibi hayranları da var. İsrail tarafından suikasta uğrama korkusuyla yıllardır kamuoyu önüne çıkmadı. Ancak neredeyse her hafta yaptığı konuşmaları Nasrallah’ın iktidarını kullanmak için kullandığı önemli bir araç ve bu yolla Lübnan ve dünyadaki çeşitli konular hakkında yorumlarda bulunuyor ve rakipleri üzerinde baskı kurmaya çalışıyordu.
Çocukluk ve gençlik dönemi
Bu makalede Google YouTube içeriği bulunmaktadır. Çerez ve diğer teknolojileri kullanıyor olabilirler, bilgisayarınıza herhangi bir şey yüklenmeden önce sizin rızanızı alırız. İzin vermeden önce çerez politikasını okumak ve gizlilik politikasına göz atmak isteyebilirsiniz. Bu içeriğe ulaşmak için lütfen “kabul et ve devam et” seçeneğine tıklayın.
Uyarı: BBC üçüncü taraf sitelerin içeriğinden sorumlu değildir. YouTube içerik reklam içerebilir
YouTube paylaşımının sonu
Hasan Nasrallah 1960’ta Beyrut’un doğusundaki yoksul bir mahallede dünyaya geldi. Babasının küçük bir bakkal dükkânı vardı. Dokuz kardeşin en büyüğüydü.
Beş yaşındayken Lübnan’da iç savaş başlamıştı. 15 yıl boyunca bu küçük ülkeyi esir alan ve Lübnan vatandaşlarının din ve etnik kökenlerine göre sınırlar çizdiği ve birbirleriyle savaştığı yıkıcı bir savaştı bu.
Savaşın başlamasıyla ailesi Beyrut’u terk edip Lübnan’ın güneyindeki köylerine döndü. El Cenup vilayetindeki birçok bölge gibi orası da Şii bir köydü.
Şiiler, Osmanlı İmparatorluğu ve Fransa gibi büyük güçlerin sömürge döneminde ayrımcılık ve eşitsizlikle karşılaştıklarına inanıyorlardı. Bu düşünce, Hıristiyan ve Sünni elitlerin güç kazandığı bağımsızlık döneminde de devam etti.
Bu dönemde Hıristiyan ve Sünni milis gruplar askeri başarı elde etmek için yabancı ülkelerden yardım almakla suçlandı.
Lübnan’ın doğusundaki Bekaa Vadisi gibi Güney Lübnan’da da çoğunlukta olan Şii nüfus ise küçük bir grup olan Maruni ve Ortodoks Hıristiyanlar ile birlikte, Filistin’de Yahudi egemenliğinin kurulduğu uzun yıllar boyunca İsrail’in savaşlarının ön cephesi olarak görüldü.
Böyle bir ortamda Hasan Nasrallah Şii kimliğine ve etnik kökenine yöneldiği gibi, 15 yaşında Emel Hareketi’ne de katıldı. Bu, Musa el Sadr adlı İranlı bir din adamının kurduğu ve o dönemdeki en önemli Lübnanlı Şii siyasi-askeri gruptu.
Lübnan’a dönüş ve silahlı mücadele
Hasan Nasrallah 16 yaşındayken Irak’ın Necef kentine göç etti.
O zamanlar Irak, yirmi yıl boyunca art arda devrimler, kanlı darbeler ve siyasi suikastlar yaşamış istikrarsız bir ülkeydi ve o sırada cumhurbaşkanı yardımcısı olan Saddam Hüseyin önemli bir nüfuz kazanmıştı.
Hasan Nasrallah’ın Necef’e gitmesinden iki yıl sonra başta Saddam Hüseyin olmak üzere Baas Partisi liderleri, Şiileri zayıflatmanın bir parçası olarak Lübnanlı Şii öğrencileri Irak’taki ilahiyat okullarından uzaklaştırmaya karar verdi.
Nasrallah Necef’te iki yıl okuduktan sonra Irak’ı terk etmek zorunda kaldı. Ancak Necef’teki yıllarının üzerinde derin bir etkisi oldu.
Burada kendisinden sekiz yaş büyük olan Abbas Musavi adlı din adamıyla tanışmıştı. Musavi, Musa el-Sadr’ın Lübnan’daki öğrencilerinden biri olarak kabul ediliyordu ve Necef’te kaldığı sırada, daha sonra İran devriminin lideri olacak Ruhullah Humeyni’nin siyasi fikirlerinden etkilenmişti.
Musavi, kısa sürede Hasan Nasrallah’ın hayatında katı bir öğretmen ve etkili bir akıl hocası rolünü üstlendi.
Lübnan’a döndükten sonra bu ikili iç savaşta mücadeleye katıldı. Nasrallah bu kez Abbas Musavi’nin memleketi Bekaa Vadisi’ne gitti ve buradaki ilahiyat fakültesinde okudu.
İran Devrimi ve Hizbullah’ın kuruluşu
Hasan Nasrallah Lübnan’a döndükten bir yıl sonra, 1979’da İran’da bir devrim gerçekleşti. Abbas Musavi ve Hasan Nasrallah gibi din adamlarının hayranlığını kazanmış olan Ruhullah Humeyni iktidarı ele geçirdi.
Bu olay Lübnan’daki Şiiler ile İran arasındaki ilişkiyi derinden değiştirdi. Lübnanlı Şiilerin siyasi yaşamı ve silahlı mücadelesi İran’daki olaylardan ve Şii İslamcılık ideolojisinden önemli ölçüde etkilendi.
Hasan Nasrallah’a göre bu derin dönüşüm büyük ölçüde Humeyni’nin bir kararından kaynaklanıyordu. Nasrallah 1981’deTahran’da dönemin İran İslam Cumhuriyeti lideri ile bir araya geldi. Humeyni onu “Hisbah (şeriat polisi) işleriyle ilgilenmek ve İslami fonları temin etmek” üzere Lübnan’daki temsilcisi olarak atadı.
Daha sonra Nasrallah zaman zaman İran’a gitti ve İran hükümeti içinde en üst düzey iktidar temsilcileriyle ilişkiler kurdu.
İran’daki Şii İslamcılar Lübnanlı Şiilerle olan tarihi geçmişe ve dini bağlara büyük önem veriyordu.
Batı karşıtlığı, Humeyni tarafından yayılan Şii İslamcılığının İran versiyonunun temel taşlarından biriydi. İsrail karşıtlığı ve “Filistin davası” yeni İran’ın dış politikasındaki en önemli önceliklerden biri haline geldi.
Bu dönemde, zaten iç savaş ve huzursuzluklarla kuşatılmış olan Lübnan, Filistinli savaşçılar için önemli bir üs oldu. Beyrut’un yanı sıra Güney Lübnan’da da güçlü bir varlıkları vardı.
Lübnan’da istikrarsızlığın tırmanmasıyla birlikte İsrail, “Filistinlilerin saldırganlığına yanıt” iddiasıyla Haziran 1982’de ülkeye saldırdı ve hızla önemli bir kısmını işgal etti.
İsrail’in saldırısından kısa bir süre sonra, Irak’ın İran’a saldırması nedeniyle konvansiyonel savaş konusunda deneyim kazanan İran Devrim Muhafızları komutanları, Lübnan’da tamamen İran’a bağlı bir milis güç kurmaya karar verdi. Bu gruba isim olarak da İran’da bilinen lakaplarını seçtiler: “Hizbullah” (Allah’ın partisi).
1985’te Hizbullah resmen kuruluşunu ilan etti. Hasan Nasrallah ve Abbas Musavi, Emel hareketinin diğer bazı üyeleriyle bu gruba katıldı. Grubun liderliğini Subhi el Tufeyli üstlendi. Hizbullah Lübnan’daki Amerikan güçlerine karşı silahlı eylemler gerçekleştirerek kısa sürede bölge siyasetine damgasını vurdu.
Liderlik yolunda
Nasrallah, Hizbullah’a katıldığında 22 yaşındaydı. 80’li yılların dini eğitimine devam etmek için Kum şehrine taşındı. Kum’da ilahiyat fakültesinde geçirdiği süre boyunca Nasrallah Farsça’da yetkinleşti ve İran’daki birçok siyasi-askeri liderle yakınlaştı.
Lübnan’a döndüğünde Abbas Musavi ile aralarında önemli bir anlaşmazlık çıktı. Musavi, Hafız Esad liderliğinde Suriye’nin Lübnan’daki etkinliğinin artmasını destekliyordu. Nasrallah, grubun Amerikan ve İsrail askerlerine yönelik saldırılara odaklanmasında ısrar ediyordu.
Nasrallah kendisini Hizbullah içinde azınlıkta buldu ve kısa bir süre sonra “Hizbullah’ın İran’daki temsilcisi” olarak atandı. İran’a gitti ve ülkesinden uzaklaşmış oldu.
İran’ın Hizbullah üzerindeki etkisi azalıyor gibi görünüyordu ve Tahran’ın desteğine rağmen Hizbullah’ın kararlarını etkilemek zordu. 1991’de Subhi El Tufeyli, Hizbullah’ın İran’la bağlantısına karşı çıkması nedeniyle Hizbullah Genel Sekreterliği görevinden alındı ve yerine Abbas Musavi atandı.
Tufeyli’nin görevden alınmasının ardından, Suriye’nin Lübnan’daki rolüne ilişkin görüşleri değişmiş görünen Hasan Nasrallah ülkesine döndü ve Hizbullah’ın ikinci adamı oldu.
Lübnan Hizbullah’ının liderliği
Abbas Musavi, Hizbullah Genel Sekreteri olarak seçilmesinin üzerinden bir yıl geçmeden 1992’de İsrail ajanları tarafından öldürüldü. Hasan Nasrallah liderliği aldı. O sırada 32 yaşındaydı ve birçok kişi onun İran’la özel bağlantıları sayesinde seçildiğini düşünüyordu. Birçok Şii din adamı bile yeterli dini eğitimden yoksun olduğunu düşündüğünden eğitimine devam etti.
Hasan Nasrallah’ın bu dönemdeki önemli bir girişimi de Lübnan seçimlerinde Hizbullah’ın bazı üyelerinin ve yakın kişilerin aday gösterilmesiydi.
Suudi Arabistan’ın Lübnan iç savaşında arabuluculuk yapmasının ve savaşın sona ermesinin üzerinden bir yıl geçmişti. Nasrallah, Hizbullah’ın siyasi kolunu askeri kolunun yanı sıra ülkede ciddi bir aktör haline getirme yoluna girdi.
Hizbullah Lübnan parlamentosunda sekiz sandalye kazandı. Grup aynı zamanda hala terör operasyonları planlamak ve yürütmekle suçlanıyordu. Arjantin’deki Yahudi Merkezinin bombalanması ve İsrail Büyükelçiliğine yapılan saldırı bu dönemde gerçekleşti.
Bu arada, Lübnan iç savaşını sona erdiren Taif Anlaşması uyarınca Hizbullah’ın silahlarını elinde tutmasına izin verildi.
O dönemde İsrail güney Lübnan’ı işgal etmişti ve Hizbullah işgalci güce karşı savaşan bir örgüt olarak silahlı kalmaya devam etmiş, pratikte bu silahlar meşru ve yasal hale gelmişti.
İran’ın Lübnan’daki Hizbullah grubuna verdiği mali destek, Nasrallah’ın karmaşık bir okullar, hastaneler ve yardım dernekleri ağı oluşturarak çok sayıda Lübnanlı Şii’ye refah ve sosyal hizmetler sağlamasına da olanak tanıdı. Günümüzde de devam eden bu politika, Lübnan’daki Şiilerin siyasi-sosyal hareketinin önemli unsurlarından biri haline geldi.
İsrail’in çekilmesi ve Nasrallah’ın popülaritesi
2000 yılında İsrail Lübnan’dan tamamen çekileceğini açıklayarak ülkenin güney bölgelerindeki işgaline son verdi. Hizbullah bu olayı büyük bir zafer olarak kutladı ve bu zafer Nasrallah’a atfedildi.
İsrail ilk kez bir Arap ülkesinin topraklarını barış anlaşması olmadan tek taraflı olarak terk ediyordu ve bölgedeki pek çok Arap vatandaş bunu önemli bir başarı olarak değerlendirdi.
Ancak bu tarihten itibaren Lübnan’ın silahları konusu, ülkenin istikrarı ve güvenliğiyle ilgili önemli sorulardan biri haline geldi. İsrail’in Lübnan’dan çekilmesi Hizbullah’ın silahlı kalmasını meşrulaştırdı. Rakip siyasi gruplar ve yabancı güçler grubun silahsızlandırılmasını talep etse de Nasrallah bu talebi hiçbir zaman kabul etmedi.
Daha sonra Nasrallah, İsrail ile müzakereler sırasında esir değişimi için bir anlaşmaya vardı ve bunun sonucunda 400’den fazla Filistinli, Lübnanlı ve diğer Arap ülkelerinin vatandaşları serbest bırakıldı.
Bu dönemde Nasrallah her zamankinden daha güçlü ve etkili görünüyordu ve Lübnan siyasetindeki rakipleri onunla yüzleşmek ve nüfuzunun ve gücünün artmasını engelleme konusunda ciddi zorluk çekiyordu.
Hariri suikastı ve Suriye’nin çekilmesi
Ancak 2005’te dönemin Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesi ardından kamuoyu değişti. Hariri, Hizbullah’ın güçlenmesini önlemek için yoğun çaba sarf eden Suudi Arabistan’a yakın en önemli siyasetçilerden biri olarak görülüyordu.
Kamuoyundaki öfke, Hariri suikastına karışmakla suçlanan Hizbullah grubuna ve Lübnan’daki başlıca askeri destekçisi Suriye’ye yöneldi. Beyrut’ta muhalefetin kitlesel gösterileri sonucunda Suriye, ülkedeki güçlerini geri çekeceğini açıkladı.
Ancak aynı yıl yapılan parlamento seçimlerinde Hizbullah sandalye sayısını artırdığı gibi, iki bakanlığın kontrolünü de ele geçirdi.
Nasrallah da artık kendisini ve grubunu Lübnan’a sadık, ülke için “şehit” vermeye hazır ve diğer güçlerin egemenliğine boyun eğmeyen milliyetçi oluşumlar olarak konumlandırdı.
2006 yazında Hizbullah savaşçıları İsrail’e girerek bir askeri öldürdü ve iki askeri rehin aldı. İsrail buna 33 gün süren ve yaklaşık 1200 Lübnanlının öldürüldüğü şiddetli bir saldırıyla cevap verdi.
Bu savaş, Arap ülkelerinde İsrail’e direnen son kişi olarak gösterilen Nasrallah’ın popülaritesini arttırdı.
Hizbullah, savaşın yol açtığı yıkıntıların yeniden inşasında kilit bir rol oynadı.
Nasrallah’ın gücü ve konumunun sağlamlaşması
Hizbullah’ın gücünün artmasıyla birlikte rakip gruplar, özellikle de Lübnanlı Sünni politikacılar, bu grubun hükümet içinde hükümet kurduğunu, faaliyetlerinin ülkenin güvenliğini ve ekonomisini zayıflatacağını ileri sürdü.
2007’de, aylarca süren siyasi çatışmaların ardından Lübnan hükümeti Hizbullah’ın kontrolündeki telekomünikasyon sisteminin lağvedilmesine ve bunun hükümetin kontrolüne verilmesine karar verdi. Nasrallah bu kararı reddettiği gibi, milisleri kısa sürede Beyrut’un kontrolünü tamamen ele geçirdi.
Nasrallah’ın bu eylemi Batılı ülkelerin eleştirisini alsa da, siyasi müzakerelerin ardından grubunun Lübnan kabinesindeki gücünü arttırmayı ve daha da önemlisi kabine kararlarını veto etme hakkını elde etmeyi başardı.
2008 yılında Lübnan parlamentosundaki Hizbullah sandalyelerinin azalmasına rağmen Nasrallah veto hakkını korumayı başardı.
Aynı yıl Lübnan kabinesi Hizbullah’ın silahlarını muhafaza etmesine izin verilmesini onayladı.
Bu noktadan sonra Hasan Nasrallah, neredeyse hiçbir Lübnanlı siyasetçinin sahadan silmeyi ya da gücünü azaltmayı başaramadığı bir figür haline geldi.
Kendisine karşı çıkan başbakanların istifası da Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed bin Selman’ın müdahalesi de onu geri püskürtemedi.
Aksine, Nasrallah tüm bu yıllar boyunca İran’ın desteğiyle Arap Baharı, Suriye iç savaşı ve Lübnan’da devam eden ekonomik kriz gibi tarihi krizlerin üstesinden geldi.
Şu anda 63 yaşında olan Nasrallah, Lübnan’da onlarca yıllık bir mücadele geçmişine sahip etkili bir siyasi-askeri lider olarak görülüyor ve bu mirası siyasi rakiplerini alt etmek ve Şii İslamcılığının ideolojik temellerini yaymak için kullanıyor.